George Orwell 1984
George Orwell’in “Büyük Birader” üzerinden gelecekte yaşanması muhtemel teknolojik gelişmeleri anlattığı kehanetlerle dolu kitabı.
Şu cümlesi aslında bizleri gelecekte bazı aletlerle (cep telefonu vb.) dinleyebileceklerini tahmin ettiğini gösteriyor.
“Fısıltıyla konuşmadığı sürece Winston’ın çıkardığı her ses tele-ekran tarafından alınıyordu; dahası, madeni levhanın görüş alanında kaldığı sürece Winston işitilmekle kalmıyor, görülebiliyordu da. Hiç kuşkusuz, ne zaman izlendiğinizi anlamanız olanaksızdı. Düşünce Polisi’nin kime ne zaman ve hangi sistemle bağlandığını kestirmek çok zordu. Herkesi her an izliyor da olabilirlerdi. Ama istedikleri zaman bağlanabildikleri açıktı. Çıkardığını her sesin duyulduğunu, karanlıkta olmadığınız sürece her haraketinizin gözetlendiğini varsayarak yaşamak zorundaydınız.”
Yoksa Orwell yapay zeka ve robotların çağının geleceğini tahmin edebildi mi?
“Bu şarkıların sözleri, güfteyazar denen bir aygıt tarafından insan eli değmeden yazılıyor”
sözü onun teknolojinin geleceği ile ilgili kuvvetli bir öngörüye sahip olduğunu gösteriyor. Araştırmadık belki de ondan önce de bu tahminlerde bulunan insanlar vardır.
Eserine isim verdiği yıl benim de doğum tarihim olan 1984 tarihi. Dönemin Londra’sı ve dünyası ile ilgili edebi sözleri fevkalade. Örnek: Çocukluğunun Londra’sını anımsayabilmek için belleğini zorladı.
SAVAŞ BARIŞTIR, ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR, CAHİLLİK GÜÇTÜR.
Büyük Birader’in gözleri paranın üstünden bile sizi izliyordu. Paraların, pulların, kitap kapaklarının, bayrakların, posterlerin, sigara paketlerinin üstünden… Her yerden Hep sizi izleyen o gözler ve sizi sarıp kuşatan o ses. Uykuda yada uyanık, çalışırken yada yemek yerken içeride ya da dışarıda, banyoda ya da yatakta… kaçış yoktu.
Bu göz ironisi İngilizce yazarlarının çoğunda hakimdir. Tolkien’in Saouron tasvirini hatırlayın.
Parti geçmişe el koyabiliyordu ve şu ya da bu olayın hiçbir zaman olmadığını söyleyebilirdi. Ne diyordu parti sloganı:
Geçmişi denetim altında tutan geleceği de denetim altında tutar.
Korkunu asla gösterme! Öfkeni asla belli etme!
İngilizlerin yüzen kalelerinden bahsetmiş. Bu ingilizlerin denizlerdeki hakimiyetinin de göstergesidir. Bu yüzen kaleden kastı İngilizlerin donanma gemileri.
Lâkin bu İngilizlerin mutlu olduğunu göstermiyor. Kimsenin mutluluğu umursanmıyor. Örneğin bot üretiliyor. Ne kadar bot üretildiğinini kimse bilmediği gibi zerre kadar umursamıyor. Tek bildikleri kağıt üzerinde bol keseden bot ürettikleri. Okyanusya(ingiltere, galler, iskoçya) halkının tek gerçeği belki de yarısından fazlasının yalın ayak dolaştığıydı. İngiliz menfaati için hepsi mübahtı.
Öyle bir arşiv odaları vardı ki uçsuz bucaksız karmaşık yapısı yalnızca tek hücrede oluşan alt bölümü vardı. Burada baskı ve dizgi ustaları fotoğrafları değiştiriyor, çarpıtıyor, tele-programlar bölümünde mühendisler, yapımcılar özellikle de ses taklidinde ki ustaları özel görev yapıyorlardı. Iskartaya çıkarılması gereken kitaplar silinmesi gerekenler geçmişin hangi bölümünün korunacağı hangi bölümünün tüm silinip tümden silinip ortadan kaldırılacağını belirleyen belirsiz beyinler vardı.
Her hafta inanılmaz ikramiyeler dağıtan Piyango, proleterlerin büyük ciddiyetle izledikleri tek toplumsal olaydı.
Aslına bakılırsa Arşiv dairesi de asıl işi geçmişi yeniden düzenlemek değil, Okyanusya yurttaşlarına gazete, filmlerini, ders kitaplarını, tele-ekranı programlarını, oyunlarını, romanlarını heykelden slogana şiirden biyolojik incelemeye çocuklar için alfabe ve Yenisöylem sözlüğüne, akla gelebilecek her türlü haber, bilgi ve eğlenceyi sağlamak olan gerçek bakanlığın bir bölümüydü sadece.
Arşiv dairesinin alt bir çok bölümü vardı. Bunların da çeşitli görevleri vardı. Bir başka görevi, Proletarya içindi. Proleterlerin hayat düzeyini en düşük seviyede gerçekleştirmek için edebiyatı, müziği, tiyatrosu ve eğlencesiyle ilgilenen pek çok dairesi vardı. Spor, cinayet haberleri astrolojiden başka bir şey içermeyen beş para etmez gazeteler, iç gıcıklayıcı ucuz romanlar, seks sahneleriyle dolu filmler, tümüyle mekanik bir biçimde bestelenen hisli şarkılar. Dahası mühürlü kutular içinde dağıtılan ve hazırlayanlar dışında hiçbir parti üyesinin bakmasına izin verilmeyen en bayağısından pornografik yayınlar üreten bir alt bölüm.
Bin dokuz yüz seksen dört – George Orwell Özeti
Orwell’in burada anlattığı beş para etmeyen spor bizde fazlasıyla futbol sektöründe var. Maçların öncesi, maç sırası ve sonrasında insanlara hiçbir faydası olmayan ve saatlerini çalan programlar var. Yine gündemi boşuna meşgul eden ve insanların vaktini alan astroloji haberleri de cabası. Ülkemizde bir dönemi hatta hâlâ gençliği mahveden arabesk müzik. Tüm bu yaşadıklarımızın yıllar önce ingiliz yazar Orwell’in kitabında yer alması aslında herşeyin bilinçli olarak planlandığının göstergesi değil mi? Yoksa biz de bir başkasının proletaryası mıyız?
Geçmişi elinde tutan geleceği de elinde tutar
Sadece yaşantılar değildi planlı değiştirilen. Geçmiş parti tarafından günü gününe, nerdeyse dakikası dakikasına güncelleniyordu. Orwell’in ifadesiyle; “Gerçi Yoldaş Ogilvy diye biri yoktu, ama gazetede çıkmış birkaç satır yazıyla düzmece fotoğraf onu var edebilirdi.” Ya da var olan biri bir den yok edilebilirdi. O kişi artık yok kişi olabilirdi. Bu İngiltere tarihinde vardı belki de. Hiç yaşamamış birinin, geçmişte kahraman, hain veya tanınmış ünlü olarak yaşatılabilirdi.
Aslında proleterler hakkında pek az şey biliniyordu. Çok fazla şey bilmeye de gerek yoktu, çalışmayı, üremeyi sürdürdükleri sürece, başka ne yaptıklarının bir önemi yoktu. Ağır koşullarda çalışmaktan, boğaz kavgasından, komşularla didişmekten, sinema, futbol, bira ve en önemlisi kumar yüzünden kafalarını çalıştırmaya fırsat bulamıyorlardı.
Orwell diyor ki : “Bu dünyada ne varsa hepsi Kapitalistlerindi. Herkes onların kölesiydi. Tüm topraklar ve tüm para onlarındı.” Tıpkı Ortaçağ Avrupa’sında soyluların olduğu gibi.
Yoksa Kapitalizm de Sosyalizm de aynı zihniyetin çocukları mıydı?
İnsanlık tarihi boyunca 3 tür insan olagelmiştir. Yüksek, Orta ve Aşağı. Özgürlük ve adalet adına aşağı kesimi yanına alan Orta kesim bazen Yüksek kesimi devirmiştir. Ne varki hedefine ulaşır ulaşmaz aşağı kesimi eski kölelik konumuna geri gönderir ve yüksek kesimin yerine geçer. Çok geçmeden her ikisinden kopan yeni bir Orta kesim ortaya çıkar. Bu üç kesimden hedefine ulaşamayan yalnızca Aşağı kesimdir. Onlar için hiçbir tarihsel değişiklik, efendilerinin adının değişmesinden başka bir anlam taşımamıştır. Bütün yeni siyasal kuramlar, hangi adla ortaya çıkarsa çıksın, önünde sonunda yeniden hiyerarşiye ve sınıflandırmaya varıyordu.
Yeni düzende aristokrasi büyük ölçüde bürokratlar, bilim insanları, teknisyenler, sendika yöneticileri, öğretmenler, gazeteciler, politikacılardan oluşuyordu.
Orwell kitabında bahsettiği yeni söylem(ingsos) ile amacın insanların zihnine hükmetme, kelime oyunları, insanların zihnini önce darmadağın etme, aklını karıştırma sonrasında korku, öfke ve zafer ile doldurup kendi istedikleri gibi insan tipi yetiştirme olduğunu söylüyor. Özellikle televizyonun icadından sonra bu aşamaya geçildiğini görmekteyiz.
Yeni düzende artık insanlar, endüstri 4.0 yapay zeka, robotik, makine öğrenimi sosyal medya ve internet teknolojileri ile buna hazır hale getirildi. Aileler odalara parçalandı. Bireyselleşme tamamlandı. Son darbe için hazırlanıyorlar. Son darbe insanların dillerine ve zihinlerine olacak. Belki de diller ortadan kaldırılacak. Tek dil olacak.
Orwell diyordu: Çünkü insanlar sözcüklerle düşünür, konuşur, kavrar, dil aslında herşeydir. Dil bozulursa anlam bozuluyor, toplum bozulur.
Orwell her ne kadar yeni kirabı hakkında “roman biçiminde ütopya” Evet, her şeyin tümüyle devletin denetiminde olduğu, bellekten yoksun bırakılmış her türlü muhalefetin yok edildiği bir toplum tehlikesi” ne karşı uyarmış olsa da kitabı yazdığı o çağda bile yönetimler artık devletler veya hükümetlerde değil şirketlere onları yönetenlerin ellerine geçmişti.
Her ne kadar Orwell bunu bilse de Platon’un Devleti’nde Thomas More’un Ütopya’sında Tommaso Campanella’nın Güneş Ülkesi’nde Francis Bacon’ın Yeni Atlantis’inde hayalini kurdukları olması gereken ideal ütopyalara karşı Jack London’ın Demir Ökçe’si, Yevgeni Zemyatin’in Biz’i Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı ile birlikte 1984 ile karşı ütopya kaleme almıştır. Celal Üster’in dediği gibi ütopyalar insanlığa sunulan düş karşı ütopyalar ise karabasandır.
Orwell çağımız partileri ve siyasetini şöyle anlatıyor: “Hem bilmek hemde bilmemek, bir yandan ustaca uydurulmuş yalanlar söylerken bir yandan da tüm gerçeğin ayırdında olmak, çeliştiklerini bilerek ve her ikisine de inanarak birbirini çürüten iki görüşü aynı anda savunmak, mantığa karşı mantığı kullanmak, ahlaka sahip çıktığını söylerken ahlakı yok saymak, unutulması gerekeni unutmak gerekli olur olmaz yeniden anımsamak”
1984 Sonuç ve Değerlendirme
Her kitabın hikayesi, kahramanları yaşadığı toplumlar farklıdır. Bu açından her kitap kendine özel ve biriciktir. Her ne kadar farklı kitaplara benzetilse de kendine özgü bir tanedir.
Orwell 1984’te salt bir sosyalizm eleştirisi yapmamış ya da sadece özgürlüklerin alıkoyulduğu güç ve iktidar hicvi ile yetinmemiştir. Asıl anlatmak istediği sosyal medya, yapay zeka, cep telefonları, robotlar, internet kıskacına sıkıştırılıp ruhu elinden alınmak istenen insanı uyarmak istemiştir. Kitabı altını çizdiği yerlerle düşününce aklına şunlar geliyor insanın;
Tarih, dil, geçmiş, bellek, aşk, birey vb unsurların yok edildiği bir toplumla insanlığı yüzleştirdiği için 1984 klasik olmuştur. İnsanların önce bir devrim ile dilleri değiştirilir, böylece tarihle olan ilişkileri kesilir, düşünme, konuşma dili ve edebiyatı yok edilir. Sonra bellek ve geçmiş yaşantısını unutunca ahlaki yaşantısı değişir. Medeniyet şuurunu kaybeder. Ardından aşk unutturulur. Sevginin tanımı değişir. Yerine flört, erotizm gibi şeyler koyulur. Çocuk ve aile kavramı sarsılır. Anne baba ile çocuklar birbirinden koparılır. Herkes kendi dünyasında yaşamaya başlar. Artık “Büyük Birader” in esiri olmak için hazırdır.
1 Comment
Okunma listemdeki kitaplardan. Seveni olduğu kadar sevmeyeni de oldukça fazla.