Pandeminin başında dünya bir nevi durakladığında, yükseköğrenim alanında fark edilir bir boşluk ve kayıp hissi oluştu. Bunun sebebi uzaktan eğitim deneyiminin kampüste eğitim deneyiminin yerini tutamamasıydı. Ancak yükseköğrenimin durakladığı bu süreçte dünyanın geri kalanı durmadı. Hatta ekonominin dijital dönüşümü daha da hızlandı. Mayıs 2020’de MIT’den David Autor, pandemiyi “otomasyonu zorunlu kılan bir olay” olarak nitelendirdi. Şirketlerin çalışanları başta olmak üzere müşterileri, tedarikçileri ve hissedarları dahil tüm paydaşlarıyla uzaktan etkileşim kurmak için dijital dönüşüm çabalarını artırmasıyla bunun ne kadar öngörülü bir fikir olduğu kanıtlanmış oldu.
Üniversiteler geçtiğimiz sonbaharda “maskelenmiş bir tür normalliğe” geri dönüşü ilan ettiğinde, öğrencilerin kampüs hayatında tüm dijital ve uzaktan etkileşim gerektiren unsurları arkalarında bırakmak istemeleri doğal bir reaksiyon olarak gelişti. Üniversite mezunları için yükselişte olan işgücü piyasasıyla ilgili haberler, bu durumu daha da cazip kılıyor. Ancak şahit olduğumuz dijital dönüşüm göz önüne alındığında, şu an kampüslere fırtına öncesi sessizlik hakim. Üniversiteler, öğrencileri dijital becerilerini geliştirmeye teşvik ederek onlara alanlarıyla ilgili iş deneyimi sunmak durumunda. Bunu başarabilen kurumlar, pandemi sonrası süreçte yükseköğretimin önde gelen isimleri arasına girebilecekler.
Pandemiden önce üniversite öğrencilerinin neredeyse yarısı mezun olduklarında eksik istihdam sorunuyla yüzleştiklerinden, yükseköğretim sistemi bir istihdam kriziyle karşı karşıyaydı. Bu krizin aslında onlarca yıllık bir gelişme süreci var. Üniversiteler, öğrencileri profesyonel hayatta başarılı olmak için ihtiyaç duydukları eleştirel düşünme, problem çözme ve yöneticilik yetenekleri gibi bilişsel becerilere hazırlama konusunda oldukça iyi bir iş çıkarmaya devam ederken işveren tarafında durum farklılaştı. Bir zamanlar fiziksel veya manuel olan sistemler ve süreçler, artık dijital ve otomatik hale geldi ve onlarca hatta yüzlerce saat eğitim gerektiren yeni yazılımlar veya SaaS (hizmet olarak yazılım) platformları kullanılmaya başlandı. Kurumlar içinde, her departman ya da fonksiyon kendine özel bir SaaS üretti: Pardot (pazarlama), Marketo (dijital pazarlama), Google Adwords (dijital pazarlama), ZenDesk Plus (müşteri hizmetleri), NetSuite (finans), Financial Force (finans), Workday (İK) ve ABD merkezli şirketlerde en popüler SaaS platformu olan müşteri ilişkileri yönetimi (CRM) platformu Salesforce. Salesforce ABD’de sadece kendi yazılımları için yönetici, yazılımcı, analist ve danışmanlara yönelik 300 bin ila 400 bin mevcut açık pozisyon olduğunu ve önümüzdeki beş yıl içinde milyonlarca yeni pozisyonun daha açılacağını öngördüklerini belirtiyor.
Bu platformlarda eğitimli insan kaynağı eksikliğinin büyümeyi engelleyeceğini fark eden Salesforce gibi şirketler, Trailhead gibi eğitim kaynakları ve programları geliştirmeye önemli yatırımlar yaptılar. Ancak kendi hızınızda ilerleyebileceğiniz çevrimiçi kurslar yalnızca küçük bir kesimin işine yarıyor ve genellikle iyi bir iş bulma konusunda en çok yardıma ihtiyaç duyanlar için iyi bir opsiyon değiller. Hal böyleyken, bu eğitimleri kim verecek?
Bu sorunun cevabı işverenler değil gibi gözüküyor. 2008 ekonomik krizinden önce pek çok işveren yeni çalışanlarına eğitim sunuyordu. Ancak ekonomik gerileme, giriş seviyesi işgücü kaybı ve olumsuz sonuçlanan işe alımların yüksek maliyetinin bir sonucu olarak birçok büyük ve orta ölçekli şirket giriş seviyesi eğitim programlarını durdurdu. İşverenler işe alım süreçlerinde dirençlerini artırmaya devam ediyor ve ortak görüş, yeni işe girenlerin ilk günden itibaren gerekli becerilere sahip olması gerektiği yönünde.
Yükseköğretim kurumları da bu soruna çözüm getiremiyor. Salesforce gibi SaaS platformlarına yönelik kurslar sunan üniversitelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. ABD’deki hastanelerde ve sağlık kurumlarında önde gelen bir elektronik sağlık kayıt sistemi olan Epic’i ele alalım. Hastasıyla konuşurken ekrana bakarak bir şeyler yazan bir doktor büyük ihtimalle Epic kullanıyordur. Sağlık profesyonellerinin Epic’in yüzlerce işlevine alışmasının ne kadar uzun sürdüğü bir yana, bir hastanenin mevcut sistemleri ve bölümleriyle uyum sağlamak için Epic’i nasıl yapılandıracağını veya entegre edeceğini öğrenmesi yüzlerce saat alıyor. Hastanelerin bu önemli işi yapmasına yardımcı olan profesyoneller Epic sertifikasyonuna sahip analistlerden oluşuyor. Hastanelerde, sağlık sistemlerinde ve hizmet sağlayıcılarda yaklaşık 50 bin başvuruya açık Epic sertifikalı analist işi bulunmasına rağmen, ABD’de tek bir yüksek öğretim kurumu bile bu becerilere yönelik uygun bir kurs veya program sunmuyor.
Bununla birlikte yalnızca platform becerilerini öğretmek de yeterli olmuyor. Trailhead sertifikasına sahip olsalar dahi eğitim programını yeni tamamlamış adayları işe almaya yanaşan işveren sayısı oldukça az. Çünkü eğitimin yanı sıra iş deneyimi de arıyorlar.
İş deneyiminin gittikçe önem kazanması, işverenlerin giderek kuvvetlenen işe alım direncinin doğrudan bir yansıması. Olumsuz sonuçlanan işe alım süreçlerinin yüksek maliyeti, giriş seviyesi pozisyonlardaki istifa dalgası ve yüzlerce yüksek nitelikli potansiyel adayı eleyen sıkı işe alım süreçleri nedeniyle çıta yükseliyor. Genel kabule göre, bir iş için en iyi yeterlilik kriteri, adayların daha önce benzer bir işte başarı elde etmiş olmaları. Ancak bu durum, yeni ortaya çıkan SaaS temelli pozisyonlar için büyük bir sorun teşkil ediyor.
İyi haber şu ki üniversitelerin öğrencilere dijital beceri eğitimi ve iş deneyimi sunmak için geleneksel (ve sınırlı) kariyer hizmetleri işlevinin ötesine geçmelerini sağlayabilecek çok umut verici birkaç model var.
Bunlardan birincisi işe entegre öğrenimde (WIL) dijital dönüşüm sayesinde meydana gelen bir devrim. Staj programları onlarca yıldır var ancak bunları sistematik olarak kurslara entegre etmek zor. Bu nedenle, ünlü bir işbirlikçi eğitim (co-op) programı olan Global Network’e sahip tek kurum Northeastern University olarak karşımıza çıkıyor. Ancak işe entegre öğrenimde yeni çevrimiçi pazarların ortaya çıkması, her üniversitenin öğrencilerine yüzlerce kursta capstone modeli aracılığıyla ilgili iş deneyimini sunmasını mümkün kılıyor. Arizona State University de (ASU) öğrencilerin bir milyon saatlik deneyimsel öğrenme projelerinden faydalanmalarını sağlamak için bunu Riipen platformunu kullanan iş tabanlı öğrenme pazarıyla başarıyor. İş temelli öğrenmenin mezunların daha iyi işler bulmasına yardımcı olup olmadığını görmek için henüz çok erken olsa da konsept çok fazla ilgi görüyor: Sadece üç yıl içinde Riipen, 350’den fazla üniversitedeki öğrencilere yaklaşık 20 bin farklı kurumdan 10 bini aşkın iş temelli öğrenme deneyimi sağladı.
İkinci model ise üniversitelerle ortaklık yaparak “Hire-Train-Deploy” modelini işleten bir dizi aracının ortaya çıkmasıdır. Jacksonville’de yaklaşık 17 bin öğrenciyi bünyesinde barındıran bir devlet üniversitesi olan University of North Florida’yı (UNF) ele alalım. Haziran 2020’de, meslektaşlarının çoğu yeniden açılma sürecini sabırsızlıkla beklerken UNF hastanelerin Epic’i uygulamasına ve yapılandırmasına yardımcı olan bir danışmanlık firması olan Optimum Healthcare IT ile türünün ilk örneği olacak bir ortaklık başlattı. Program pek çoğu biyoloji veya yaşam bilimleri mezunu olan yeni UNF mezunlarının, çeşitli Epic modüllerinde yeterlilik kazanmalarına olanak tanıyan 12 haftalık bir staj programına girmelerini ve onlara çalıştıkları süre boyunca ödeme yapılmasını sağlıyor. 12 haftanın sonunda stajyerler hastanelere hizmet veren hastane Optimum ekiplerine dahil oluyor. Sürecin sonunda Optimum’un işbirliği yaptığı hastanelerin bilişim departmanlarında iş fırsatı yakabiliyorlar. Optimum Career Path şimdiye kadar, birkaç yıl içinde maaşları altı haneli rakamlara ulaşması öngörülen 100’den fazla danışmanın sağlık hizmetleri kariyerlerine adım atmasını sağladı.
ASU ve UNF, şimdinin ihtiyaçlarının ötesinde düşünen ve öğrencileri dijital geleceğe hazırlayan kurumlara sadece iki örnek. Öğrencileri dijital işlere hazırlama süreçlerine yoğunlaşan üniversiteler, önümüzdeki yıllarda yükseköğrenimi yeniden tanımlayanlar arasında olacaklar. Evet, aşılama ve maske kullanım talimatlarıyla ilgili bu kadar çok değişken karar karşısında, bunu yapmak çok da kolay değil. Ancak yıllarca yüksek harçlar ödeyen öğrencilere gerçek anlamda “hizmet eden” ve yatırımlarının karşılığında daha fazla olanak sağlayan bir sistem inşa etmenin belki de en iyi yolu bu olacak.